Yeni yaşadığım olaydan aldığım ibretle sizlere bu yazıyı başımdan geçenleri anlatmakla başlamak istiyorum. Durumuma, bana da gülebilirsiniz; serbest(çe). Önce ben de çok güldüm sonra çok düşündüm.
On gün boyunca her gün bakındığım kumandanın, kaybolduğuna kendimi inandırdığım için bulamıyordum. Her gün seccadeyi kaldırıyorum, geri koyuyorum altındaki televizyon kumandasını görmüyordum maalesef.
Bakan kör olmamız çok doğal fakat mesele o değildi. Bizdeki devreler ters bağlantı olduğundan, başka bir sebeptendir ama nedenini öğren dedim kendime; her zaman yaptığım gibi
tefekkür edince, televizyonu zaten sevmediğim için kumandayı kaybettiğime karar verdim.
Sonra televizyonu değil ekranda izlenmemesi gerekenleri sevmediğimi fakat ekrandan izlemeyi özlediğimi anlayınca farkına vardım ki, kendimi neye inandırıyorsam onları yaşıyordum yine.
Velhasıl yazmak istediğim konuyla alakalı olan mevzuyu tecrübe etmiştim bir bakıma.
Bu arada yazımı tamamlarken bir yandan çiftçi TV kanalını izliyorum, nasılsa kumandayı bulduk nihayetinde.
Düşününüz cennet vatan memleketin her yerinde dünyada eşi benzeri olmayan ata tohumları yetişmekteyiz fakat biz onların yok olduğuna inandırıldığımız için bakanlıklar v.b. yoluyla tedarik edilen, suni gübrelenmiş ve "kimyasal silaha" dönüşmüş epter tohumlar ve ürünler tüketiyoruz.
Kültür savaşları; beyinlerin bir İngiliz gibi yahut Fransız ahlaksızlığı ile işgal edilmiş şekilde üniversiteler veya sanat moda dahil mankurt yeme içme, spor v.s. alışkanlıklara mecbur bırakılarak, ihtiyaçtır inancıyla oluştuğunu ve hunharca kurşunlandığımızı hiç mi kabul etmeyeceğiz?
Edeceğiz çünkü
Psikoloji ve beden merkezli, narsist insanımsı nursuz zalimler günümüzde ifşa oluyorlar.
Kendileri bunu belli ediyorlar.
Çevremizde aile, arkadaş farketmez
kimsenin sözüne değil yaptıklarına bakıyoruz. Narsistlerin, "Herkes kendi hayatını yaşıyor" gibi bencil yaşantılarına karışalım istemiyor diye müdahil olmayacağız anlamına da gelmez.
Neleri seviyor?.., bakıyoruz, görüyoruz!
- Yediklerimiz neyse biz de oyuzdur.-
Helal ve doğal gıda demek kusursuz fıtratı korumak demektir.
Emaneti canımızı nasıl taşıyorsak o şekilde yine iade etmekle mükellefiz.
Dünya hayatında Hak olanı yaymaktan başka bir vazifemiz de yok. Bu vazifeyi yapmadıkça zalimleşiyor insan, tohum gibi bozuluyor.
Afrika atasözüdür:
"Kültürsüz insan çizgisiz zebra gibidir."
Çizgimiz olmalı, sürekli dışına çıktığımız fıtri ve doğa ötesi "tek çizgi" var oysa başka da yoktur.
Kültür, kelime anlamıyla toprağı işleme, ekip biçme anlamı taşıyor.
Çiftçiler acaba bunun farkındalar mı?!
Ahlâka dahi tesir edecek unsurları,
fıtratı elinde tuttuklarını bilincindeler mi?
Fabrika ayarları bozuk birşeyi kim ister?
Sahte gübrelerle v.s.
Tohumların ayarlarını bozmaya da kimsenin hakkı yok.
- Lokman Hekim şöyle buyurmuştur;
“Felaketlerin başlıca kaynağı ölçüsüz arzulardır. Arzusu çok olanın zihni bulanık olur. Arzularına sınır koymamak
bütün insanların ortak hatasıdır”.
Aklı örten, anlama yetersizliği oluşturan
başta zararlıları yani harama bakmak gibi aynı tesirleri vücuda sıvı (aşı) veya gıda yoluyla hipofiz bezini (akıl gözü) tıkayarak beyni basbaya ahmaklaştıran
3 zehirli unsur sayabiliriz.
Bunlar,
1-alüminyum, 2-florür (1) 3-glifosat.
Kimyasallarla ot ve böcek öldürücü ilaçlama, suni gübreleme yapan bir çiftçinin kültürsüzlüğü,
toptancıların veya kooperatifler gibi toprak mahsulü
ürünleri
düşük fiyattan alıcılara mahkum ediyor kazancı düşüyor. İstenilen fiyatlarda satış olmayınca da suçlu arıyor.
Sorunun kökenine örnekle devam edersek;
Ürünü yetiştiren narsist bir çiftçi de olabiliyor,
yetiştirdiğini işlemiyor veya
satış işini de başkasına postalıyor. Yarım yaptığı işi pazarlara da götürmüyor, birileri aferin diyerek, toptan alsın götürsün istiyor. Hatta satış olmazsa tarlada çürüteceğini anlatıyor.
Bugün hazıra alışan konfor köleliği,
çocuk mamasından boykot ürünlere varıncaya değin yedirdiği ne varsa neslin bozulmasına sebep oluşturuyor.
Büyükler sistem böyle demesinler, alçaklara destekten
"gençlere sahip çıkmak güzelmiş" desinler.
- Hayat insana isteklerden vazgeçtikçe başarı sunar.
Boykotu ne kadar yapabiliyorsa uygulaması bir erdemdir, kişinin güçlü olduğuna, yüksek bir ruhu olduğuna delildir.
Dikkat ediniz basit bir ilkokul seviyesindeki konuyu anlattığınız bir gence asla hakikati aktaramıyorsunuz. Tamamen yanlış ve sapkın bir mana çıkarıyor.
Dünya etrafında dönüyor kibriyle, mecbur sanıyor herkesi
gafil isteklerini yapsın diye debeleniyor.
Zekası işliyor fakat aklı çalışmıyor çünkü akledemiyor. (2)
Dört yaşında kalmış bir narsist çocuk, anlayışı zayıf, yetişmemiş tamamen duygu boyutundaki saksı çiçeği gibi yaşıyor. Tohum da böyledir, biz ne sunuyorsak onu biçiyoruz .
Gençler de
hormonların etkisinden çıkamıyor, hislerinin arzu köleliğinden kurtulamıyorlar.
Haz merkezli olunca
buna dopamin hormonu bağımlılığı deniyor ve korkuları çoğalıyor.
Bu korku başta konfor ve hazzı kaybetmeye dayalı zemini oluşturuyor.
Bilgisayar oyunları (3) bağımlılığı buna çanak tutuyor vücut dopaminsiz yaşayamaz hale geliyor. Aynı Romalılaştırma S.P.O.R sistemindeki gibi beynin ödül sisteminde rol oynayan bu molekül gibi "hırs bağımlılığı" oluşturuyor. Spor yapmak veya bilgisayarda oynamak eğlenceli görünmüyor mu sizce?...
Oyun diyoruz fakat
tebessüm eden bir tek yüz yok ki ortada.
Ortaya denk gelen golün hazzı veya birinci gelme zorunluluğu Yunan şampiyonunun hırsı gibi bir dopaminli zevksiz lezzete dönüşüyor sonra elem, sonra mutsuzluk getiriyor ve bu onun umurunda da olmuyor... çünkü fıtrat bozulmuştur Romalılaşmıştır çoktan.
- Türklerin Daima Ata Tohumu Vardı Fakat Türk Ata Sporu Olamaz.
Balıkesir'de bir kız evleneceği zaman çeyizinde ata tohumları getirir. Buna benzer Anadolu geleneği ve "ata oyunları, cenk sanatları" hiçbir zaman yok olmamıştır.
Anadolu'yu işgal edenler türkün
kavram ve isimleri değiştirerek, zalimlerin çağını kapatan Fatih Sultan Mehmed Han'dan bu yana hala romalının s.p.o.r veya sanatla yaşadığına, yok olmadığına inanıyorlar, bizleri de ata tohumlarının ve türkün kültürünü yok ettiklerine inanmamızı bekliyorlar.
Biz izin verdiğimiz için işgal altındayız.
Ata tohumları ekiyor...var çünkü fakat sonra ne yapıyor, bakanlığın suni gübresini alıyor ve çay organik çay olmuyor artık.
Örneğin
Artvin'de bunu sundular fakat çiftçilerin bazısı kabul etmediği için organik çay ekimi yapılamadı maalesef.
Organik ekime itiraz eden kişileri ikna yöntemiyle ifşa etmedikleri için de diğer çizgiye bağlı kişiler maalesef onların lehine davranıyorlar, izin vermeyeceğiz.
Bakınız, işgale izin veren bir Artvin'den tanıdıklarımdan örnek verdim. Bir de şahit olduğum Balıkesir dışında Zonguldak ve Amasya’dan olumlu örneklerden bahsedelim.
- Evi Satın Aldı Ve
Çatı Katında Hazine Buldu
Memleketim Zonguldak'a gittiğim zaman ata tohumu değil, kargadan başka kuş bileni bulurum sanmıyordum.
Recep Somuncu bey bizzat seyyid olan dedesi atası gibi satın
aldığı evin çatı katında şişelenmiş tohumlar buluyor ve organik ekmek üretimini sağlıyor. Çatıda bulduğu tohum bankası yöntemini bana da öğretti, bulduğumuz 400 senelik ahşaptan da tıpa yaparak şişeye tohum koydum.
Bu yaz Recep beyin davetiyle tekrar gittiğimde ekimi yapıldığını öğrendim ve bizzat Alaplı'da belediyenin de yardımıyla
ata
tohumu örtü altı yetişen domateslerden topladım, organik enfes kırmızı siyez ekmeği de getirdim evime.
Endokrin sistemine yararlı, başta şeker hastalarının yiyebildiği tek ürün
siyez ununu, ekmeği veya tohumu isteyenler yine bizzat gittiğim Amasya’da da bulabilir ve sipariş edebilirler (4).
En başta anlattığımız gibi Türkler zengin ata tohumu ve ata geleneklerine tek
medeniyet kurmuş en kültürlü milleti. Bunun benim kaybolduğuna inandığım t.v. kumandası gibi bizi yoksun bırakmalarına müsade etmeyeceğiz ve tekrar ekranı değil Tuluğ Ve Gurubu Seyredeceğiz. (5)
(1) Diş macunu florürü yerine nane v.b. yağı kokulu, karbonatlı az miktardaki su ile ağız sağlığı sağlanmalı.
(2) Zekâ rahmani değildir. Akıl ise rahmani ve nurdur.
(3) Artık insan beyni oyuna bağımlı hale nasıl getirilir ve ödül sistemiyle bu hırs nasıl perçinlenir öğrendiniz. bkz.https://drismailbozkurt.com/oyun-beyin-bagimlilik-dopamin/
(4) Ata tohumu, organik un ve siyez ekmek temin edebileceğiniz telefonlar: Amasya- İbrahim bey: 05336576420.
Zonguldak-Recep bey: 05333727579.
(5) Ekrandan izlerken maruz kaldığımız
Titreşime 440 Hz şeytanın frekansı deniyor.
Bakır teller yoluyla cinni boyutun akımı zor olduğundan, evvelce kullanılan ekran yahut kablosuz İnternet, ses yoluyla
432 Hz (saniyedeki vuruş sayısı-3,6,9 sistemidir) standart akortu değiştirmek ve frekansının evrenle daha uyumlu olduğu ve insanlarda pozitif etkiler bırakmasını engellemek konusundaki araştırmaları sonucunda, Uluslararası Standardizasyon Örgütü tarafından 1955 yılında 440 Hz olarak kabul edilerek standartlaştırılan A4 (Orta La) sesi, günümüzde bu frekansta kullanılmayı zorunlu kıldı.
Bu yazı 1053 defa okunmuştur.