“Söz gümüş ise sükût altındır.” demiş atalarımız. Susmanın çoğu zaman konuşmaktan daha değerli olduğunu anlatmaya çalışmışlar.” Allah dil vermiş, dudak vermiş niye susalım?” diyenlerimiz olacaktır elbette. Doğrudur, dil de dudak da konuşmak içindir ama öyle her yerde, aklımıza geldiği gibi değil. Ölçerek, tartarak, yerinde ve zamanında konuşmak. Sözü değerli ve gerekli kılan budur.
Değerli sözün niteliklerini Yunus Emre’nin şu mısralarında buluruz:
Sözü bilen kişinin
Yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin
İşinin sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz
Şiirin devamında bilge şair, kötü sözden kaçınmanın gereğini, sözü vaktinde söylemenin önemini, değerli sözün sahibini yücelttiğini, kötü sözün de zarar verdiğini anlatır. Bu yüzdendir ki bizim Yunus’un sözleri hiç eskimemiştir, hep altın değerindedir. Bu dünyadan birçok edip, şair gelip geçmiştir ama Yunus’un sözleri hep kalmıştır. Anlayana hep ışık salmıştır.
Rahmetli annem “Sözünüzü önce ağzınızda sakız gibi bir çiğneyin, sonra söyleyin!” diye tembihlerdi bizi. Ne kadar önemli tespit olduğunu çok sonra anladım maalesef. “Söz ağızdan çıkıncaya kadar o senin esirin, ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisin.” demiş Hz. Ali. Yaydan çıkan oku geri döndürmek mümkün mü? Elbette değil. Yaya sahip olmak gerekir. Ağızdan çıkan sözlere sahip olamamanın zararlarını günümüzde en çok trafikte görüyoruz. Sabırsız davranışlar, düşünmeden söylenen sözler telafisi mümkün olmayan kötü sonuçlara sebep oluyor. Bir anda hem savcı hem de hâkim olup cezayı kesiveriyoruz. Hepsinin de temelinde sabırsızlık ve kem söz var maalesef!
İranlı büyük şair Molla Câmî’nin şu sözü de aynı durumu açıklar:
“Dudağını kapat, çünkü susmak iyi.
Gönlünü boşalt, çünkü unutmak iyi.”
Ah! Dudağımızı kapatıp bir susabilsek! Gönlümüzde birikenleri unutarak boşaltabilsek! O zaman iyi insan olmada baya bir mesafe alırız.
Molla Câmî demişken onun “Suskunlar Meclisi” ne giriş hikayesi geldi aklıma. Eski İran’da şair ve ediplerin bulunduğu bir “Suskunlar Meclisi” varmış. Güzel ve özel bir meclis. Meclisin özelliği çok konuşmaktan ziyade susmak, az sözle çok şey ifade edebilmek. Herkesin yapabileceği bir iş değil anlayacağınız.
Otuz üyesi var ve eksilmeden yenisini almıyorlar. Molla Câmî çok istiyor bu meclise girmeyi. Beklediği fırsat geliyor ve meclisin üyelerinden biri vefat ediyor. Belli bir müddet sonra kapısına varıyor meclisin. Kapıya çıkan görevliye anlatıyor meramını. Görevli üyelere
sorması gerektiğini söyleyerek içeri giriyor. Aslında geç kalmıştır Molla Câmî, ölenin yerine başka birini almışlardır meclise. Biraz sonra görevli elinde ağzına kadar dolu olan bir bardakla kapıda görünür. Bunun manası “Meclisin kapasitesi doldu. Sana yer yok!” demekmiş. Durumu anlayan şair hemen kapının yanında bulunan bir gülün yaprağını koparır, bardağın üzerine koyar ve bardağı içeri götürmesini ister görevliden.
Durumu değerlendiren meclis üyeleri bu ince davranış karşısında Molla Câmî’yi içeri alarak meclise kabul edildiğini ifade ederler. Meclisin defterine şairi kaydederlerken otuz kişilik meclisin Molla Câmî’nin gelmesiyle üç yüz kişilik güce ulaştığını ifade etmek maksadıyla otuzun sağına bir sıfır ekleyerek kapasiteye üç yüz yazarlar. Şair itiraz eder, sağdaki sıfırı siler ve sola yazar. Soldaki sıfırın değersizliğini, yani kendisinin solda sıfır olduğunu anlatmak ister. Kendini bilen “ben” demez efendim. Yine onun bir şiiri ile bitirelim:
“Ben bilmez idim gizli âyân hep sen imişsin,
Tenlerde ve canlarda nihân hep sen imişsin
Senden bu cihan içre nişan ister idim ben,
Âhar bunu bildim ki cihan hep sen imişsin.”
Suskunlar Meclisi’nin yaprağı olabilmek lazım. Az sözle çok şey ifade edebilmek, daha ziyade susmak. Gönlünüzü unutarak ve susarak boşaltabilmeniz dileğiyle…
Bu yazı 951 defa okunmuştur.