Bugun...


Neslihan CANDAN

facebook-paylas
YÜREĞİMİZDEKİ RESİMLER
Tarih: 20-11-2023 09:40:00 Güncelleme: 20-11-2023 09:40:00


Gittiğimiz eski bir tanıdığın sahibi olduğu dükkânda, merhamet sahibi birinin komşusuna, "hoşgeldiniz" hediyesi bir -tabloyu- satın aldığına şahit olmak ne güzel bir duygu ve maalesef aynı zamanda unuttuğumuz geleneklerimiz arasında.  
Günümüzde, güzel sanatlar fakülteleri, valilikler v.b. sergiler açıyorlar, hepimiz bu sergileri "eski bir tanıdığın sahibi olduğu dükkan" olarak görmeyi istemez olur muyuz hiç?
Elbette isteriz ve gerekirse uzak yakın demeden gideriz.
Şahsen henüz gittim, o eski tanıdığım olarak gördüğüm dükkan sahibi Gaziantep'ti çünkü.
Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) geçtiğimiz günlerde Geleneksel Sanatlar Çalıştayı Sergisi ve yarışmacıların eser seçimleri için biribirinden değerli hocaların aralarında bulunduğu bir "tanıtımı" gerçekleştirmiş oldular.  Antep'te çalıştay vesilesiyle bulunduğum süre içersinde
çarşı esnafından, evinde misafir edildiğim ismi gibi Canan
 arkadaşımdan tutunuz Gaziantep'te benim de konuştuğum şeyler hep "tanıtımdı".
2023 yılı, deprem sonrası izleri tedavi edici şenliğe ve sıkıntıların yerine Güzelliğin saçılmasına ihtiyaç duyulması bir "zaruret" olmakla beraber, birbirinden harika sanat çalışmalarının ortaya çıkmasına vesile oldu.
Balıkesir'den, Gaziantep'e kadar yansıyan bu Güzellikler, birer yüzeye çıkması zorunlu olan içimizdeki çiçekler gibi açılmak ve yayılmak ister gibi hem de tanıtılması gereğine şahitlik ettik.  
Tanışmaktan gurur duyduğum,  ressam olarak tanıdığımız Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Cevat Atalay çalıştay konuşmasında, Türk İslam kültürünün önemine değindi ve şu ifadeleri kullandı:
 “Geleneksel Türk sanat dalları, Türk İslam kültürünün olgunlaşmış medeniyetini, muhteşem zerafetini ve derin sanatsal inceliklerini sergiler. Bu sanatlar, dünyanın her yerinden insanları kendine çekebilen başta "özgün üsüle" dayalı olması ve büyüleyici görselliğiyle sadece geçmişin mirasını korumakla kalmaz, aynı zamanda günümüzde de heyecanla takip edilen ve ilgiyle karşılanan sanat biçimleri arasında yer alır. Eserler, günümüz sanatını ve ruhumuzu besler ve insanlığın ortak sanat mirasına değerli bir katkı sunar.”
Değerli hocamızın, "Ruhumuz aç kalamaz" demek istediğini hepimizin, böyle anladığımızı düşünüyorum.
Sanat vesilesiyle -tanıtım- bize bizi anlatan eserler, ruhumuzdan yansıyan Güzellikler olmasa bu açlık devam ederdi. Hepimizde bu cağın -izmlerin işgaline maruz kaldığımızdan, insanlaşmaya ve manevi dünyamızın kültür savaşlarıyla aç bırakıldığı için doyurulmaya ihtiyacı var. Tüketime dayalı, dayatılan konfor ve madde boyutuna bağımlılığı getiren teknolojik ürünler her gün gözlerimizin, kalbimizin muhatabı, eşya ile imtihanımız oluyor.
Fakat ne göz ne de gönül bunu istemiyor. Sade ve fabrika ayarına uygun olana meyilliyiz, makinalaşana değil.
Saatlerce ekrana bakan bir gencin de, iş insanın hakikatte ihtiyacı ve görmek için baktığı makinalar veya duvardaki renkli tablo resim dahi aynı ve tek arzusu aslında İslam fıtratıyla dünyaya geldiğimiz için tüm isanların altta yatan Güzellik isteğidir. Ortak miras kavramı ise ancak özlemdir; uzaklaştıkça,  kendimizi hatırlamaya yani fıtrattaki mükemmelliğin tezahürü olduğu için bitmek bilmeyen sanat çalışmalarına dönüşüyor, kendimize dönüyoruz sonra yine kendimizi özlüyoruz.
Çok acı bir sözdür, "Yakınlaşmak ve Güzelliği görmek için yine uzaklaştırılıyoruz". Dünya ve ahiret hayatı gibi. Ruhlar alemindeki fıtratımıza, aslımızı aracasına eserler üretiyoruz yine de anlatmaya muktedir olamıyoruz. Sanatın küçük şubelerlerinde sema eder gibi sanat eserleri üretebiliyoruz. Bu şubelerden bir örnek olarak rastlayamadığım ve sergilerde uzun yıllardır görmek için can attığım "Edirnekari" çalışmalarına dikkati çekmek isterim.
Nedeni ise ahşap boyama kursları ile ahşap dahi olmayan ürünlerin sanat değeri gibi kabul görmesi.  Şaşırmayacaksınız elbette, 15.yy dan bu yana kök boya dolayısıyla yine fıtrata yakınlık kesbeden Edirnekari sanatını sorduğumda,  hiç duymadıklarını fakat uzun yıllardır kurs gördüklerini anlatıyorlar.
Mesele şu ki sanatçı gibi ancak amel etmesi gerek. Dahil olduğum bir çok sanattan en güzel örneği vermek gerekirse, Hakikate tabi olmayı isteyen ramiler (atıcılar-okçular) bunu fiiliyata geçiremediğinde sözle sözlemesine de bu manidir, ya Hakk diyemeyişimiz amelde bir sorundur. Sanattan faydalanarak velhasıl insanlaşmayı öğrenmekten, yöntemlerini unutup kendimizden uzaklaşmak sıkıntıların oluşumunun başlıca müsebbibidir. Ne olacak; ya Hakk denmese diye düşündüğünüz anda dahi adalet arayayışınız anlamsızlaşmasın buna sebep olmayalım.
Sanattaki usul, ressam da olsa usta-çırak veya
Üstaze-talebe (atıcılık meşki/talimi) ilişkisine dayalı olmak zorunda. Ne ressam çırağına badana boyama öğretiyor, ne de bir kemankeş talebesi/şakirt üstadından
 çubuk fırlatıcılığını, ortayı tutturma hırsını futbolmuş gibi öğreniyor değil.  Talip bir ebrucu da olsa çay nasıl demlenir diye sorulsa; "gelenekli yöntemlerle ustamdan öğrendim" diyebilmesi gerekir örneğin. Oturmayı, kalkmayı veya konuşmayı internetten mi yoksa dizilerden mi öğrenecek gençlerimiz?
 Kendimize Dolayısyla Nefsimize Haksızlık En Büyük Adaletsizliktir.
Ahşap boyarken bir sanatçı Edirnekari ile birçok şeyle birlikte,  yüzey nedir manası öğreniliyor belki. Bir ressam... adı üstünde suret ve siret öğreniyorsa Musavvir olan tek Yaratıcıyı hatırlatıyor, O'nu görme çabasına bilinçli veya değil  girmiş sayılıyorlar. Sanat sahibini hatırlatmıyorsa bu sanat olamaz. Zenginlerin duvarına süs, koltuğuna aksesuar olur  denmiş. Müsiki olsun, İğneyle kuyu kazar gibi nakşeder olsun, isterse sanatçı süsleyerek tenzinleyen birisi olsun veya okun vesilesiyle ruhunda oyduğu defineleri ortaya çıkaran birisi olsun, sanatın her bir şubesinden muhakkak bir pay alınmış oluyor.
Buna en güzel örnekler asırlar öncesinden verilmiş; Islam sanatların en başında, Gelenekli Türk Okçuluğu ile ilgili "güzel ahlâktan paydır" tanımı kavisnâme gibi kitaplarda sünnet olma yönüyle de sanatların en üstünü olarak tarif edilmiş.
 
Yüreğinizdeki Resimleri Nasıl Çizdiğinizi Öğrenmek İstiyorsanız
 Yaşantınıza Bakmanız Yeterlidir
 
Dünya kurulduğundan bu güne dek insanlar o resimleri kendi tablolarını çizmekteler. Kim daha çok korku yaşıyorsa o derece zalimleşiyor ve aynı Filistin'li kardeşlerimiz gibi katledilmeleri uğruna karanlık zelil tablolar oluşturuluyorsa bunun muhakkak bir zıddı da yaratılmıştır. İşte bizler bunu en kolay SANAT ile yüreklere çizdirebiliriz.
Hattatlar haddi bilmeyi (1),     müzehhibler sevgiyle kalpleri çiçek gibi süslemeyi,     ata binen bir çocuk hislerini yönetmeyi binicilik sanatıyla            öğrenebiliyorsa, muhakkak en başta duygularının esaretinden kurtulabilmenin de usulüne vakıf olacaktır. En önemlisi eşyanın bizlere ögerettiklerinden insan olduğumuzu öğrenebilmektir sanat, kitaptan satırları okuyarak sanat yapılmaz fakat metin yazarak ve fayda yayarak sanat olur. Cenk sanatıyla, kullandığınız  ok ve yay silah dahi olsa, nasıl ki zıddını, bir karıncayı bile incitmemeyi öğretiyorsa hepsinin verdiği faydanın başında "merhamet" gelir. Bu da adaleti öğretir, vicdanıyla iyilik yapmaktan ötesine götürür bizi hazreti insan oldurur.
 
Balıkesir Valiliği vesilesiyle BALİKESİR SANAT GÜNLERİNDE; "Sanat tıkalı olan yerleri açar" benzetmesini yapan birinin bu sözleri üzerine sizlere bir derviş kıssasıyla sanatçıların ustad ve üstazelerin çilelerine de dikkat çekmek isterim. Zira bu alem -çilehanedir- (2).
Bir sanatla iştigal etmek de ancak bir dert ve çileye iştiyakınız nisbetinde ilerlemenizi ve büyümenizi sağlar.
 
Aslolan sanat mıdır?
 Bulabildin ise Sanat Nedir Bilebildin Mi?
Yemişler içmişler, iki serhoş gittikleri meyhânede kavgaya tutuşmuşlar. Orada bulunan bir bektâşî, kavgayı ayırmak için aralarına girmiş. Girmiş ama kafasına da bir şişe yemiş. Kavgaya şahit olan biri bektâşîye sormuş:
-Erenler kafana bir şey oldu mu?...Bektâşî'nin cevâbı pek mânidâr olmuş:
-Ben de kafa olsa hiç iki sarhoşun arasına girer miydim?
İnsan İnsan Derler İdi.., İnsan Nedir Bildin Mi?
Bu hikâye anlayana çok şey söyler. Biz şimdilik tek bir yönüne işâret edelim. Bu hikâyedeki meyhâne, dünyânın remzidir. Kavgaya tutuşan sarhoşlar, dünyâ derdiyle  didişen ve paylaşamayan insanların remzidir. Kavgayı ayırmaya çalışan bektâşî, ehl-i dünyâya nasîhat eden ve onları bu boş kavgadan kurtarmaya çalışan irşat edenlerin remzidir. Bektâşînin kafasına şişe yemesi ise, dünyâ sarhoşu olanların, yapılan nasîhatları dinlemedikleri gibi bir de üstüne nasîhat edenlere kızıp, düşmân olmalarına ve onlara eziyet-cefâ etmelerinin remzidir. Bektâşînin, yaptığı iş için "kafası olanın yapacağı iş değil" demesine gelince; Mürşidler halkı irşâd için büyük emekler harcar ve birçok fedâkârlıklar yaparlar fakat karşılığında hiçbir menfaat beklemezler. Hattâ bütün bu fedâkârlıklara rağmen çoğu zaman yardım etmeğe çalıştıkları kişilerden eziyet ve cefâ görürler. Onların iç dünyâsını bilmeyenlere göre yaptıkları bu iş, hiç de akıl işi değildir.
 
(Sonuç: Sanat da gönül işidir, sanatçının büyüklüğü ise başkaları için katlandığı sıkıntılara oranla eşdeğerdir. Rumelinden, Gaziantep'ten Hatay'ına değin, Türk milleti de aynı acılarıyla büyüyen tek şanlı millettir.
Çalıştayda Gaziantep'e yakışır bir sanatçıdan görebileceğimiz mükemmel misafirperverliği için Erkan Bakım hocamıza teşekkürlerimizi sunar, seneye Edirnekariden, kaat'ı sanatına kadar  tüm Islam Sanatları'nı yansıtacak eserlerin birarada toplandığı merkez çalışmada buluşmayı ümit eder, sanatla müştrekte buluşanlara kalbi sevgi ve dualarımı sunarım. )
 
Kaynakça:
(1) Şeyh Hamdullah: "Hattatlıkta feraceyi giydim üzerime oturdu, lakin atıcılıkta (0k) ancak eteğine yapışabildim" (Risalat-ı Rumat)
(2)  Çile: Yaya bağlanan ipin adına çile denir.


Bu yazı 1553 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI