Doymadan kalkmak adet olmuştu sofradan. Tavsiye edilen, sünnet olan bu aslında ama insanlar yiyeceklerinin gittikçe tükendiğinin farkındalar. Bu sebeple doymadan kalkmak durumundalar. Kuraklık ve arkasından gelen kıtlık insanları böyle yaşamaya alıştırmıştı.
Buğdayların ve arpaların bulunduğu ambarların neredeyse dibi görünecek. Kışın daha ortasıydı. Ahırlarda kapalı kalan hayvanlar verilen yemlerle doymadıkları için ağaçların kabuklarını kemirmeye başlamışlar. Yemler de ha bitti ha bitecek! Hayvanlarının aç kalmasından korkan köylüler ahırlardaki hayvan sayısını azaltmaya başlamış. Kimi satmış, kimileri de kesmeye başlamış. İnsanlar da hayvanlar da aç kalacak gibi görünüyor.
Döğer, Döğer olalı böyle kıtlık görmemiş. Varlığın darlığı da olurmuş. Feleğin çarkı döndükçe insan her şeyi görürmüş. Kimsenin kimseden bir farkı yok. Herkes bir çare düşünmeye başlamış.Odalarda yapılan sohbetin ana konusu “Buğdayı, arpayı nereden buluruz?” olmuş.
Kalabalık ailesini geçindirmekte zorlanan Ahmet Ağa yanına oğullarından birini alarak trene binip buğday bulmak ümidiyle Konya’ya gitmiş. Sormuş soruşturmuş. Bir tüccarın elinde bolca buğday bulunduğunu öğrenmiş. Tüccarın dükkanına vardığında kapının önünde bir kuyruk görmüş. Demek ki herkeste durum aynı. İnsanlar sıraya geçmiş ihtiyacını karşılayacak buğday alma peşinde. O da geçmiş sıraya.
İşçiler buğdayları şinik denilen ölçü ile çuvallara doldurup depodan çıkarıyorlar ve tren vagonlarına yüklenmek üzere dışarıda istifliyorlar. Belli ki bekleyenleri çoğu kendisi gibi uzaktan gelmiş. Bir ara tüccar dışarı çıkmış sırada bekleyenlere bakmış. Adamlarından birine seslenerek, “Şuilerideki uzun adamı alın içeri!” demiş.
Ahmet Ağa, bekleyen o kadar kişinin arasından kendisinin içeri çağrıldığını görünce hem sevinmiş hem de şaşırmış. Girmiş içeri, selam vermiş.
“Gel bakalım Ahmet Ağa, hele hoş geldin!” deyip kucaklamış. İyice şaşırmış Ahmet Ağa. “Adam bana ismimle hitap etti, bir de kucakladı!” diye düşünmüş.
“Önce işimizi görelim. Ne kadar istiyorsun?”
Ahmet Ağa utana sıkıla “Yirmi beş şinik olsa yeter.” demiş.
Tüccar “Olur mu hiç, senin ailen geniş sana yetmez!” Adamlarına seslenerek. “Oğlum Ahmet Ağa’ya elli şinik buğday, elli şinik de arpa hazırlayın!” demiş. Ahmet Ağa mahcubiyetten ve şaşkınlığından iyice kızarmış. Tüccar kırmızı yüzlü bu insanı teskin ederek. “Otur bakalım Ahmet Ağa sen beni tanımadın ama seninle hukukumuz çok eski!”
Çuvallar hazırlanırken ikramlar yapılmış ve başlamış anlatmaya tüccar. “Yıllar önce geldim Döğer’e. Gece yarısı indim trenden ve yürüdüm. Işığı yanan bir odanın kapısını çaldım. Sen açtın kapıyı bana. Sekiz on kişi vardı içeride. Buyur ettiniz beni, yer gösterdiniz. Türüm türüm kokuyordu oda. Belli ki yeni kahve içilmiş. Dağılmak üzereydiniz ama ben gelince oturdunuz. Diğerleri beni tanımaya çalışırken, sen fincanları topladın. Bir dolabı açtın bir şeyler aradın, bulamadın. Sonra hiç kimseye göstermeden içilmiş kahve fincanlarının telvelerini topladın, cezvede bir fincan kahve hazırlayıp bana ikram ettin. O kadar kişi içinde beni mahcup etmedin. Hayatımda içtiğim en lezzetli kahveydi o.”
Tüccar devam etti. “Beni sohbetinize dahil ettiniz, yabancı görmediniz, yatak serip dinlendirdiniz, karnımı doyurdunuz. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler… İşte bu o.”
Döğer’deki köy odasında geçirdiği bir günü anlata anlata bitiremedi tüccar. “Yap iyiliği at denize, balık bilmezse Hâlık bilir.” demişler. Ahmet Ağa olayı hatırladı. Kırmızı yüzü daha da kızardı. Utancından ne diyeceğini bilemedi…
Arif odur ki yaptığı iyiliği hemen unutur. Yenisini yapmaya gayret eder. Karşılık beklemez. Karşılıkla yapılanın ticaret olduğunu bilir. Kötülük yaptıysa da unutmaz, telafi etmenin yoluna bakar.
Her zorluğun arkasına kolaylığı saklayan Rabbim bu kıtlık gününde içilmiş kahvelerin telvesinden yapılan bir fincan kahvenin karşılığını elli şinik buğday, elli şinik de arpa olarak vermişti. Hikmetinden sual olunmaz. Hesabı en iyi yapan, Hasib olan O’dur. Bize düşen sabretmek, beklemek ve dua etmektir.
Birkaç gün sonra gelmişti buğday yüklü tren Döğer’e. Duyan koşmuştu istasyona. Buğday ve arpalar Ahmet Ağa’dan başka birçok insanın da yarasına merhem olmuştu. İnsanların yüzü gülmüştü.
Oda geleneği hâlâ devam eder Döğer’de ve birçok köyümüzde. Kapanan odalarımız var tabi. Bu güzel geleneği devam ettiren insanlarımızı saygıyla selamlıyorum…