Başucu kitabının dokunaklı bir cümlesi olabilseydim keşke. Olabilseydim, her insanın bam teline dokunmayı dilerdim. Gökkuşağının yedi rengine, bulutların ahengine sarılabilmeyi. Uçabilmeyi kanatlarını çırpa çırpa ,gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğinde süzülebilmeyi. Telaşlı telaşlı koşturan insanları kuş bakışı gözetlemeyi dilerdim. Gönlüne meclis kuran insanların vicdan hakimiyle hesaplaşmalarını dinleyebilmeyi. Riyasız hayallerin toz pembeliğinde değil, inanın tozunda bile kaybolmayı isterdim. Karanlığı silmeye çalışan bir meşalenin rüzgarla dansını izlemeyi. Billur camların arkasından insanların kalbini görebilmeyi isterdim. Gerçi bu biraz üzücü olabilirdi. Herkesin ne hissettiğini bilmek pek de iyi değilmiş, vazgeçtim!
Başaklar güneşle sararıp, meltemle dans ederken, salınırken tarlanın bir ucundan bir ucuna onların hışırtısını duyabilmeyi. Evet, bunu gerçekten isterdim! Patika yollarda yürümeyi, derelerin şırıltısını dinlemeyi isterdim. Güneş ikindi vakti demlenirken, ben onu tam kıvamında yudumlamayı ve onu samimi muhabbetlerle tatlandırmayı isterdim. Samimi bir muhabbet olunca şekere gerek kalmaz zaten öyle değil mi? Akşam olmadan ve acımadan güneşim, çaydanlığı sonuna kadar bitirmeyi.Evet evet bunu gönülden dilerdim.
Atalarımız "söz gümüşse, sükut altındır" demişler ya. Ben de bir köşede sessizce otururken biriktirdiğim altınların yanı sıra, arada bir de söz gümüşlerini etrafa saçabilmeyi isterdim. Ama yerinde ve usturuplu. Bugünün sonunda ne anladım biliyor musunuz? Ben sıradan bir günün sıradan bir insanıyım belki. Kendimim... Öyle ya... Fakat taa en başında söylemiştim ya başucu kitabının dokunaklı bir cümlesi olmayı isterdim yüreğiyle konuşan insanların bam telini tıngırdatan ve içten...