Birini hatırladığınızda bakışlarını da hatırlarsınız. Kişilerin en sık gördüğünüz halini yanınızda yokken de bir duygu olarak beraberinde hissedersiniz.
Ne üzücü ne acınası bir haldir, akla geldiğinde sadece korkulu-endişeli bir yüz olarak hatırlanmak.
Duygu dünyamız huzursuz ve hemen endişeye kapılmamıza yol açıyorsa, felâket senaryoları yazıyorsak, bu halin yıllarca devam ettiğini düşünün, duygular zamanla yüzümüzde kalıcı izlere sebep olurlar, aynı işaretler gibi okunurlar.
Kaygılı bakan bir çift göz, yıllar sonra çok sıradan bir günde bile endişeyle etrafına bakan birine dönüşür.
Yıllarca en çok hangi duygunun hamallığını veya kardeşliğini yaptıysak, yaşlandığımızda onun izlerini taşırız.
Bu arada sizlere bahsetmeden duramayacağım, ne vakit bir konuyla ilgili yazmak istesem George Orwell'in bir sözünden yardım almaktayım;
“Elli yaşına geldiğinde herkes hak ettiği bir yüze sahip olur...” diyor, Orwell.
İlk okuyuşta çarpan bir cümle, biraz korkutan, biraz ürperten, hatta gidip aynaya baktıran türde.
Neden elli yaşına geldiğinde, neden yirmisinde, otuzunda değil de, elli yaşına gelince hakettiğimiz bir yüze sahip oluruz diyor?
Neden başka bir kelime yerine ''hak etmek'' kelimesini kullanır George Orwell?
Birçok duygu yelpazesine sahip olsak da, ağırlıklı olarak kullandığımız hatta bizimle özdeşleşen, akla geldiğimizde o duygu haliyle hatırlandığımız baskın duygu hallerimiz var demek ki.
Talebelerime Sordum
“En önemli organımız hangisi olabilir?” diye sorduğumda öğrencilerden en çok kalp ve beyin cevabını aldım. Göz ve diğerleri... Çünkü bunlar bize ezberletilendir. Son olarak E. Mask yüz nakli olayı gündeme gelinceye dek en önemli uzuvlarımızın başında yüzümüz geldiğini düşünmüyordum, bilmiyordum ben de.
Eş seçerken bile yüz öne çıkıyor; çünkü insanlar eşlerini beynine, kalbine bakarak seçemiyorlar. Öyle ise başkasının da bizde en değer verdiği organdır yüzümüz. Zira yüz, kalbin de aynası değil midir?
Bazan çok acı çeken biri neşesiyle bunu maskeliyor olabilir, yine de biz kendisini yüzünden okuyabiliriz.
Bakış açımıza göre gördüğümüz şey kadar, gördüğünü mahkum ettiğimiz anlam ve duygu, hayatı yaşanır ya da yaşanmaz hale getiriyor. Hayatı bir amaç değil deneyim yeri olarak gören Habil gibi
veya Kabil gibi arzuları için yaşayan sahte benliğinin izlerini yüzünde taşıyor olabilir.
Herkesin içinde bir Habil ve Kabil olduğundan
aynı görüntünün aynı olayın bu kadar çok sayıda insana bu kadar farklı duygular hissettirmesi de bu- yüzden sanırım.
Birbirinizin yüzlerine bakalım ve şefkatle okuyalım yüzündeki ifadeyi... ‘Öz şefkat’ gerçekten insanın öğrenmesi ve ruhuna ikram etmesi gereken bir duygu. Aynı şefkatle bakalım tekrar aynaya. Doğasında olmayan luzumsuz duyguların hatta haram olan arkadaşlığından yavaş yavaş uzaklaştıralım onu. Fıtratına uygun, huzurlu ifadeler koyalım yüzüne. Bir insan yüzünde yaradılışta kas düzeni tebessüme göredir, yüzünü asması için kaslarını fazladan yorması ve çalıştırması gerektiğini hepimiz biliyoruzdur. Buna rağmen birçok sahte gerçekler, Hakikaten uzak bahanelerle haksızlık etmiş, mutsuz bir ömrün izlerini yüzümüze çizmişsizdir.
Planlamadan, her bir noktayı kontrol etmeden, gözden kaçırma korkusuyla yaşamak. Hayattaki güvenlik algısını tetikte olmakla sağlamaya çalışmak. Yolu hiç seyredemeden, anı hissedemeden, hep bir sonraki anı planlayarak yaşamak. Esen rüzgarı, yağmurun kokusunu ciğerlerine çekemeden, dokunduğu bir şeye gerçekten dokunamadan yaşanmak. Bitmeyen işlerin içinde bitmek, teslimiyeti tehlike olarak algılayan bir ruhun yorgunluğuyla bir ömrü tüketmek.
Yaşamak değil, gerçekten tüketmek.
*1] Herkes mizacına göre iş yapar - Herkes seciyesine (şekline) göre davranır.
Herkes bulunduğu hal ve niyyetine göre iş yapar anlamı taşır. Mizaç da bir hapishanedir dışına çıkması imkansız değil ancak yüzümüzü aklayacak sağlam karaktere ve gayretlere bağlıdır.
Oysa insanin yüzü Cemalullah'ın aynası durumundadır.
Bir bilgenin sözüdür:
Mutlu olmak için hiç birşeye, fakat mutsuz olmak içinse psikolojik düzeyde bir korkuya ihtiyaç vardır, der.
Insan kalbinde pek cok şeylere bağlayan bağları, nefsin tapacak derecede putlaştırdıkları vardır. Kendi psikolojisi ve bedeni merkezinden ve başka sevgililerinden yüzünü çevirmesinden daha güzel ve diri bir kalp ve yüz yoktur. Kim açlığını çektiği zikri kalbine doldurursa yüzünde 2-] sure-i Fetih'teki gibi secde eseri görülür, derler. Kimi de yüzü bir avuç içine sığacak kadar olduğu halde ve milyarlarca oluşu, ne kadar maddeye, mahlukata yüzünü dönmüş ise kişiyi Ahmetten, Mehmetten ayıracak denli olumsuz işaretlerin izleriyle doludur. O işaretler hayvanatın yüzü gibi olur.
Kainatın yüzüne vurulan birlik mühründen daha parlağı vurulmuş her insan yüzüne.
Kâinat yüzüne vurulan mührü herkes göremeyebilir. Ancak insan yüzüne vurulan mühür o kadar açıktır ki, herkes okuyabilir, anlayabilir de. Çünkü bütün yaratılmış ve yaratılacak insanlardan farklı bir mühür vuruluyor her insanın yüzüne. Hem bütün yüzlerde aynı organlar kullanılıyor, hem de hiçbir yüz diğer yüzlere benzetilmiyor. Bütün yüzler aynı sanatkârın eseri olduklarını gösteriyor.
Evet, işte bu yazıyı konu almamda sebeplerden biri, yaşadığımız deprem ve bu eşsiz hz. insana bahşedilen güzel nurlu yüzlere düşmanlık. Hibrit insan yani aynı yüz tipleri ve yapay tüplerde üretilen insanımsı varlıklar oluşturma gayeleri. Böyle bir şey var mı demeyiniz? Çevrenize bakmanız kâfi; tarih boyunca Yusuflara düşmanlık tükenmeyen bir savaş, yüzdeki güzellik ise başa hep bela olmuştur. Çünkü.
İnsanın yüzünde, gönül hâlinden bir nişan vardır.
Maşuğun benzi kırmızı, Aşık ise benzi sarı olur.
Gören gözler için bütün çehreler, iç âlemlerin tercümânıdır.
Yüzdeki tebessüm hâli, gönül âleminin en güzel dışa yansımasıdır.
Bir yüzü güzelleştiren gülüşten daha kıymetli şey ise ar duygusuyla kızaran öyle ise hâlâ insansındır. O da yoksa
Yüzünde Rabbi Yessir kalmamış'tır.
not:
1-] Isra Suresi 84- ... · ḳul küllüy ya`melü `alâ <<şâkiletih. >>
2-] Fetih Suresi 29- ...Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.